ahmet altan'ın 29.08.2006 tarihli bir yazısı bu. hep mutlu ol canım. umarım hep böyle bu yazıdaki gibi mutluluğu ararsın. senin için bu yazı...
'acı,
ağulu dikenler gibi ruhuna dolandığında,
öfke,
kızıl bir küheylan gibi koşturduğunda,
keder,
yaşlı bir ağaç gibi üstüne yıkıldığında,
duracaksın,
durup, gümüş bir su gibi akan sabahın tazeliğine
bakacaksın,
sana iki yüz yıl önceden haberler taşıyan
alaycı kargaların sesini
dinleyeceksin,
çiçeklerini koklayıp derin bir soluk
alacaksın.
ölüm seni kuşattığında, tam o sırada, hayatı
düşüneceksin.
acıyı, öfkeyi, kederi ulu bir gölgeliğe yatıracaksın
bir zaman, 'dinlenin biraz' diyeceksin.
bir inci avcısı gibi, ta derinlere dalıp tek tek bütün
istiridyeleri açarak,
bir sevinç arayacaksın.
hayaller kuracaksın.
hatıralarını bir daha gözden geçireceksin.
sevdiklerini düşüneceksin ve seni sevenleri.
özlediklerini düşüneceksin ve seni özleyenleri.
teninde iz bırakanları ve senin izini taşıyan
tenleri.
seni şakalarıyla güldürenleri ve senin şakalarına
gülenleri.
sevinçlerini, hayallerini, hatıralarını,
sevdalarını, sevişmelerini,
özlemlerini, şakalarını bir bir yerleştireceksin içine,
hayat denilen mucizenin sana verdiği armağanları
sıkıca kucaklayacaksın.
ölüm her yandan üstüne saldırıp seni kuşattığında,
tam da o zaman, hayatı düşüneceksin.
güzel bir haber gelecek belki yarın sabah.
belki bir mektup alacaksın.
sana gülümsemesini çok istediğin gülümseyecek belki sana.
serüvenci gemiciler gibi meçhul denizlerde
kaybolduğunda,
tam da o zaman, karanın bir gün görüneceğini düşüneceksin.
gözcünün 'kara göründü' diye bağırdığını hayal
edeceksin.
kara, hiç görünmese bile,
hiç olmazsa neyi aradığını ve neyi kaybettiğini
bileceksin,
çektiğin onca fırtınanın, varmayı umduğun o umutlu
hedefle mana kazandığını anlayacaksın.
her şeyini kaybetsen de hayallerini
kaybetmeyeceksin.
neyi aradığını hiç unutmayacaksın.
sevinçleri ne kadar hatırlarsan, acının derinliğini
o kadar kavrayacaksın.
yaşadığın ve yaşayabileceğin güzel şeyleri ne kadar
çok düşünürsen
öfken o kadar keskinleşecek.
karanlık inerken ışığa daha dikkatli bakacaksın.
geleceğinle arana, dibinde canavarların dolaştığı
bir uçurum koyduklarında,
nasıl biteceğini bilmediğin atlayışını yapmadan önce,
geçmişine, sevinçlerine, hayallerine yaslanıp güç alacaksın.
sevdiğin bir türküyü mırıldanmaktan hiç vazgeçmeyeceksin.
bir çiçek iliştireceksin yakana.
ölüm seni kuşattığında, tam da o zaman, hayatı düşüneceksin.
en azgın, en ihtiraslı sevişmelerini...
en çılgın hayallerini...
en çağıltılı kahkahalarını...
acı,
ağulu dikenler gibi ruhuna dolandığında,
öfke,
kızıl bir küheylan gibi koşturduğunda,
keder,
yaşlı bir ağaç gibi üstüne yıkıldığında,
duracaksın,
durup gümüş bir su gibi akan sabahın tazeliğine
bakacaksın,
sana iki yüz yıl önceden haberler taşıyan alaycı
kargaların sesini dinleyeceksin,
çiçeklerini koklayıp derin bir soluk alacaksın.
ölüm seni kuşattığında, tam o sırada, hayatı
düşüneceksin.
ölüm seni kuşattığında, tam o sırada, hayatı
düşüneceksin.
acıyı, öfkeyi, kederi ulu bir gölgeliğe yatıracaksın
bir zaman, 'dinlenin biraz' diyeceksin.
onları, şefkatle dinlendireceksin.
çünkü onlara yine ihtiyacın olacak.
ahmet altan